Yirmi
küsür yıl önceyi düşünüyorum günlerdir. İstanbul’a dönmemek için 370 km boyunca
ağladığımız, evin önüne geldiğimizde yüzlerimizin tanınmaz ve fena halde şiş
olduğu günleri… Üç dolu dolu ay geçirilmiş Erdek günlerimizi. O zaman ne
özgürlük ne demek bilirdik, ne de insanları kanatlı kuşlar gibi saatler ile
anlatılacak sürelerde dünyanın farklı coğrafyalarına gittiğini. Eminim farkında
idik; kimimizin benim gibi koala getirmesini beklediği teyzesi vardı
Avustralya’da, kimi Almanya’da yaşıyor yazın uzun fosfosrlu çoraplar ve
jelibonlar getiriyordu arkadaşlarına. Farkında idik ama ihtiyacımız yoktu
uzaklara. Zeytinlikler arasında tahta evlerimiz, sandallarda mantar
oltalarımız, balık kandırdığımız ekmeklerimiz yetiyordu artıyordu bize. Sahilde
sıralanmış tek kat moteller arasında dansa davet oynarken bizden mutlusu yoktu.
Arada bir bir çığlık duyulur “koşun yunuslar geçiyor” diye hepimiz itiş kakış
sahile koşar, kaptan amca’nın omzunun üzerinden görmeye çalışırdık. İçine kesme
şeker atılarak köpürtülmüş fruko gazozu eşliğinde 4 kişi okey oynanan günler
ise artık büyüdüğümüz günlerdi. Birkaç gündür hayatımın en güzel günlerinin
geçtiği yerlerdeyim, İstanbul’da gerçekten bunaldığım, canımın da fazlaca
sıkkın olduğu bir dönemde kendime bir kaçış molası tertipledim, ama amacım araba üzerinde oradan
oraya gitmek değil, elimde kitabım çınar ağaçlarının gölgesinde ayaklarımı suya
uzatıp saatler geçirmekti. Bu yıl yine fazlaca seyahat, 100’lerce bavul
hazırlama anı ile geçti. Bu birkaç gün yine de dşündüm durdum neyi mi? Eskiden
1 gün daha fazla kalabilmek için saatlerce ağlayıp, ağlamaktan bitap düştüğüm
Erdek’e neden artık çok seyrek gelmeye başladığımı… Ve aynı huzuru neden başka
yerlerde aradığımı, rüyalarımda Geyikli’den Bozcaada’ya geçen feribotta
defalarca kendimi bulduğumu, Cunda’da Taş Kahve’yi gözümün önüne getirip iç
çektiğimi, Şişarka’da patlıcan & biber kızartmayı hep nasıl özlediğimi…
Değişen tek şeyin hayallerim olması beni düşündürdü. Oysa ki buralarda güneş hala aynı eşsiz güzellikte batıyor. Seyitgazi tepesinin kenarından Kurbağalı’ya doğru başımı çevirdiğimde ise aslında tüm sorular yanıtlarını buluyor. Denize uzanan çınar ağacımızın salıncak yaptığımız dalı kesilmiş, Üç Çam yok Bartan Motel yok, yılların Belkız’ı ( Sardalye fabrikası ) gitmiş yerine 6 – 7 katlı müteahhit zevkinden çıkmış binalar gelmiş. Bir sahil şeridi düşünün; tamamı bitişik nizam yüksek apartmanlarla kuşatılmış, arada da 1,5 km lik şeritte 3 tane Donkişot diyebileceğim 2 katlı ahşap ev. Askeri lojmanlar, TOKİ evleri, mimari estetikten uzak binaları ile tam bir beton yığını. Bütün bunlar bir yana sahil kuralı da yok bütün binaların rengi balkonu ayrı telden çalıyor. Herkes bulduğu yere derme çatma büfeler, çay bahçeleri kurmuş, restaurantlar deseniz 3. Sınıf bile değil, her yer lahmacuncu pideci, sanki denizden İskender kebap tutuluyormuş gibi. Cumhuriyet Meydanı denilen sevimli meydanda siyah aynalı demir yığını ürküten bir Belediye Binası. Mendireğin diğer tarafına geçtiğinizde durum daha da vahim, oteller bölgesi denetlenmeyen bir sürü derme çatma motel, pansiyondan, kampingden geçilmiyor. Çuğra mevkiinde kendi yağıyla kavrulmaya çalışan küçük salaş restaurantlarınsa yolu yok, ışığı yok. Ama bunun yanında Avrupa’nın en büyüklerinden olduğu iddia edilen ne işe yarayıp kaç gün açık kaldığı belli olmayan Kaya diye bir disko, denizin kıyısında sevimsiz bir restaurant, yanında da kayalar oyularak denizin içine bir gece de kondurulan bir beach club.
Peki
ne oldu da bu hale geldi benim çocukluk günlerimin masal yeri Erdek? Hiç
sevmediğim ve uzak durduğum siyasetin elinde oyuncak oldu. Erdek’i sevmeyen,
hizmet vermek şöyle dursun yerlisini turistini tanımayan, kavgaların içinde
duran siyasetçilerin elinde ziyan oldu. Artık ne Kyzikos, ne kirazlı manastır,
ne Turanköy, ne kalan zeytinlikler, ne deniz, ne küskün yunuslar, ne
zeytinliada bir kurtuluş. Geçtiğimiz günlerde televizyona çıkıp yazlıkçılarını
arayıp onları evlerine çağıran Kuşadası Belediye Başkanı geldi aklıma. Yöreyi
kalkındıran, yerlilerini geliştiren yazlıkçıların artık daha az geldiğini
söylerken gözleri dolan kişi bir yanda bir yanda da yerlisi ile yazlıkçısının
su faturaları arasında 1 m3 te 13 kat fark olan, yapılan yolların diskosunun
parasını yazlıkçılarından alan bir yerel yönetim Erdek’te bir yanda. Tanıtıma,
estetiğe, eski güzel Erdek’imizi bize geri getirmeye harcandığını bilsek
yüreklerimize su serpilirdi eminim….
Yine düşüncelere daldım, derin derin… En iyisi çıkıp pazartesi pazarına gidip kabak çiçeği alayım. Buranın halkı Girit’den gelme ama en iyi bildikleri şey lahmacun kebap, bunda bir tuhaflık yok mu sizce de?
Recent Comments